Sanırım, çoğumuz buna şaşırırdık fakat günümüz kuşağında bizlere öyle çılgın bir kapı aralandı ki herkes birbirine bir klavye başından istediği cümleleri yazabiliyor ve dilediği soruları sorabiliyor. Kendimize, yaşadığımız dünyanın gerçekliğinden başka yeni bir dünya yaratmış ve onun içinde kaybolarak yaşar hâle gelmişiz.
Evet, adı da “SANAL DÜNYA.” Her ne kadar “sanal” desek de büyük bir hızla tüm gerçekliğimizin katili olmaya devam ediyor. Bu sanal dünyada bir ev hanımı, kendisini doktor; bir serseri, beyefendi; bir şoför, astronot olarak tanıtabiliyor. Asıl soru şu: İnsanlar olmak istedikleri kişiler hâline mi dönüyordu yoksa her şey tamamen bir oyun muydu? Ya da tüm bunlar gerçek dünyamıza dokunabilir miydi? Beğeni alma adına, sanal ortamda yapılan türlü türlü maymunluklar, insanı insan olmaktan çıkarıyordu. O kadar derin ve sessiz bir zehirdi ki bu, yavaş yavaş duygularımızı öldürüyordu. İnsan olmak sadece nefes almak mıydı? O vakit ne farkımız kalırdı hayvan dediğimiz canlılardan? Aslında gerçek dünyanın zaaflarına yenik düşmeye devam ediyorduk.
Savaşlar, kavgalar, kadın cinayetleri, hırsızlık, yalanlar, dalkavukluklar, tecavüzler... Kirletmiştik gerçek dünyayı! Herkes iyi insanları ararken kendinde olan iyi özellikleri ne kadar sorguluyordu ya da herkes kendi iyiliğini methederken dünya neden bu kadar kirlenmişti? Düşündürücü olan ise, dünya sadece bizim değildi ve biz öyle sanıyorduk.
Dünyanın bizim olmadığını, hatta yaşam içerisinde gücümüzün sınırlı olduğunu gösteren pek çok şey mevcuttu. İnsanın gücü sınırsız değildi! Neden mi? İsteyerek, istediğimiz zamanda mı doğduk, kendi istediğimiz hayatı mı seçtik ve bir gün ölürken zamanını biz mi belirleyecektik? Tabii ki hayır! O zaman bizim özümüz ve anlamımız var olmaktan öte geçemezken bu hırs niçindi?
Gençlerimiz, kirli senaryolu dizi ve yarışmalar içerisinde kendi amaç ve kültürlerinden uzaklaşıp, rüyalara dalıp, özlerini kaybettikçe; toplum olarak bölük pörçük yaşamaya her daim mahkûmduk. Şimdilerde kimseye yalan söylemeye gerek yoktu çünkü siz gerçekleri anlatsanız bile nasılsa kimse size inanmayacaktı! Koca bir yalanın içinde yaşamaya alışmıştık. Kısacası böylesine bir kirlenmişliğin içerisindeydik! İşte tüm hikâye tam da bu noktada başlıyordu.
Evet dediğim gibi işte tüm hikaye tam burada başlıyordu. Neden burnumuzun dibindeki güzellikleri görmek yerine maceralara kalkışıyorduk. Ya sonuç ? Belli bir süre iyi olsa da, Realiteye taşınınca sonuçlar hüsran oluyordu.
Diz boyu pişmanlıklar ve hüzün. Biz yaşadığımız dünyada kendi etrafımızdaki insanlarla kopukluk yaşarken. Hangi manada olursa olsun, Sanal ortamda tanıştığımız bir insandan ne umabilirdik. Konu böyle olunca gözlemlediğim Realiteye bir göç başlıyor.
Göç için çok geç kalmadan bence sıkı sıkıya sarılın dostlarınıza. Kim ne kadar mutlu ki ? yaşadığı hayat içinde. Mutluluğun ümit tacirliği olmaz. Bu yüzden biz önce kendimize daha sonra aradığımız özlemlere ümit olmalıyız. Dilerim herkes bir gün aradığı mutluluğu bulur. Kim bilir belki çoktan bulduk fakat göremiyoruz..
Bu yazımda (Sanal Aşkın Gerçek Acısı) romanımdan bazı bölümler alarak sizlere gerçekliğin aslında kaçılmaması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Romanımdaki aşkın hikayesi tamda konumuzla ilgili. Aşk arayan bir gencin yaşadığı hayal kırıklığı. Her kese saygı ve sevgilerimi sunarım. Bir daha ki yazı dizimde görüşmek üzere.