Deprem travmasını atlatmak için en kısa sürede rutin işlere ve günlük yaşama dönmenin önemine değinen uzmanlar, olay anını zihninde sık sık canlanıyor, tedirginlik, yorgunluk, iştahsızlık, keyifsizlik hissediliyorsa profesyonel destek almayı öneriyor.
30 Ekimde meydana gelen İzmir depremi, fizyolojik ve duygusal durumları da etkiledi. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Psikiyatr Gresa Çarkaxhiu Bulut ve Maltepe Üniversitesi Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar İçin Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü, Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özden Bademci depremin psikolojik etkilerini değerlendirdi.
Dr. Öğr. Üyesi Gresa Çarkaxhiu Bulut, deprem gibi doğal afetlerin insanlarda ‘tehlike’ sinyalleri oluşturarak birçok farklı duygusal ve davranışsal belirtiyi tetikleyebileceğini söyleyerek, bu belirtiler arasında kaygı ve korkunun beraberinde getirdiği tedirginlik, huzursuzluk, gerginlik, kolayca öfkelenme, karar alma ve odaklanma güçlükleri, yorgunluk ve uyku/iştah düzensizliklerinin sayılabileceğini anlattı. Dr. Bulut sözlerine şöyle devam etti: “Bu tepkilerin çoğu geçicidir. Bu dönemde kendinizin ve yakınlarınızın fiziksel güvenlik ve gereksinimlerinin karşılandığı yerlerde bulunmak, sevdiklerinizle iletişim kurmak, beslenme ve uyku düzeninizi korumaya çalışmak, mümkün olan en kısa sürede günlük rutinlerinize dönmek fiziksel ve ruhsal sağlık için oldukça önemlidir”.
“Belirsizlik kaygıya neden oluyor”
Afet sırasında en büyük olumsuzluğun “ne yaşanıyor olduğu” ya da “o anda ne yapacağını bilememek” yani belirsizlik olduğunu vurgulayan Dr. Bulut, toplum sağlığı açısından depremden önce insanların, depremde yaşanabilecekler ve sonrasında yapılacaklar konusunda eğitilmesinin, travmayla baş etmeyi kolaylaştırıcı etkisi olduğunu belirtti. Dr. Bulut, depremden sonraki ilk haftalarda normal günlük yaşama dönmekte zorlanılıyor, gün içerisinde sık sık olay anı zihinde yeniden canlandırılıyor, yorgunluk, tedirginlik, uyku ve iştah düzensizlikleri azalmak yerine artarak devam ediyorsa, bunlara keyifsizlik, hissizlik ya da baş ağrısı ve karın ağrısı gibi bedensel belirtiler eklendiyse, mutlaka profesyonel destek alınmasını önerdi.
Afet sonrasında çocuk ve gençlerde en çok rastlanılan belirtilerin huzursuzluk, kolay öfkelenme, ağlama, irkilme, uyku-iştah düzensizlikleri, dikkati sürdürme zorlukları, bakım verenlerden ayrılma güçlükleri, ilgi ve temas ihtiyacında artış, olayla ilgili sıkça soru sorma ve küçük çocuklarda kazanılmış becerilerde geçici kayıplar görüldüğünü belirten Dr. Bulut, şunları önerdi:
“Travmatik olay sonrasında yaşanan kaygıların çoğu zaman içerisinde hafifler. Kaygıların azalmasını ve çocukların bu olağandışı durumla baş etmesini kolaylaştırmanın yolları arasında; çocukların istedikleri zaman yaşadıkları olayı ve duyguları ifade etmesine olanak sağlayan güvenli ortamlar sağlanması, depremle ilgili konuşma ve haberlere makul ölçüde maruz kalması, yetişkinlerin olayı aktarırken paniğe kapılmadan çözüm odaklı rol model oluşturmaları önerilmektedir. Bu sırada çocukların dile getirdiği kaygıları dinlemek, yok saymamak ve anlamaya çalışmak çok önemlidir. Dile getirdikleri korkularının üzerine yavaş yavaş giderek (örneğin kapalı alana girerken önce kısa süreli kalmak, sonra süreyi uzatmak gibi) alıştırılmalarına destek olmak gerekmektedir’’.
“Felaket beklentisi içine girilmemeli”
Doç. Dr. Özden Bademci ise deprem sonrasında doğal olarak yaşanan şok, korku, kaygı ya da hissizlik gibi duyguların yaşanan olağanüstü koşullara verilen olağan tepkiler olduğunun kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Zorlayıcı deneyimlerin her zaman travmatize edici olmayabileceğini belirten Dr. Bademci, “Travma başımıza gelen durum değildir. Travma başımıza gelen şeye karşı bizim içimizde olandır. Yaşanan olumsuz olay kişinin tepkilerini sınırlıyorsa, onu kendisinden koparıyorsa, potansiyeline, içsel kaynaklarına erişmesini ve kaynaklarını kullanmasını engelliyorsa o zaman travmadan söz edebiliriz” dedi.
Stres altında kişinin korku, panik tepkileri verebileceğini, durumu inkâr edebileceğini ya da duygularıyla bağlarını kopararak hissizleşebileceğini belirten Bademci, kişinin daha çok olumsuz haberlere yönelerek dikkatini sadece olumsuzluklara verebileceğine, felaket beklentisi içine girebileceğine dikkat çekti. Böyle zamanlarda durumun geçici olduğunu düşünmeye çalışmak ve pozitif düşünme çabası içinde olmanın yeterli olmayacağını belirten Dr. Bademci, şöyle devam etti:
“Müdahalenin duygusal beyine yönelik olması gerekir ki, bu da sadece beden odaklı terapötik müdahalelerle mümkündür. Günümüzde pek çok insanın yoga ya da meditasyona yönelmeleri bu yüzdendir. Deprem sonrası psikolojik müdahalenin zihin-beden bütünlüğü içeren müdahaleler olması; uzun süre haber takibi yapılmaması ve ancak güvenilir kaynaklardan ve sınırlı sürelerle haber takibi yapılması gerekir. Uzun süre haber takibi yapmak bedenimizi hissizleştirir. Stresi, kaygıyı arttırır. Kişiyi içinde bulunduğu andan koparır. Anda olamamak bir travma belirtisidir. Kaygı, stres ve belirsizlikle başa çıkmada, kişinin ‘şimdi ve burada’ olmaya ihtiyacı vardır. Kişi bunu ancak bedeninin verdiği tepkilerin farkında olarak yapabilir’’.
“Çocuklarla oyun çok önemli”
Dr. Bademci, belirsizliğin çokça hâkim olduğu böyle bir dönemde yakınlık hissettiğimiz insanlarla bağ kurmanın iyi geleceğini söyledi. Bu sayede kendimizi güvende hissedeceğimizi belirten Dr. Bademci, “Güven, tehlikenin olmaması hali değildir. Güven, kişinin bağ kurmaya açık olması halidir. Yargılamadan bedensel duyumsamalarımızı hissetmeye veya hissedilmeyeni fark etmeye ihtiyacımız vardır. Bu elbette yeni bir dildir. Ancak bu sayede zihnimiz de nefes almaya, düşüncelerimiz berraklaşmaya başlayabilir” dedi.
Deprem sonrası çocukların içe dönebileceği gibi tam tersi davranabileceğini de vurgulayan Dr. Bademci, çocukların oyun yoluyla kendilerini ifade etmelerinin önemine dikkat çekerek sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Sessiz olabilecekleri gibi çok hareketli, hatta neşeli oldukları, yaşananlardan hiç etkilenmemiş oldukları izlenimini veriyor olabilirler. Aşırı hareketlilik, neşelilik hali çocukların kaygı, korku, aşırı uyarılmışlık durumunun bir dışa vurumudur. Çocuklarla oyun temelli iletişim kurulması, onların hareketine ortam sağlayan oyunlar oynanması, bu oyunlarda çocukların bedensel duyumsamalarını bilinçli bir şekilde fark etmelerini sağlamak çok önemlidir. Çalışmaların oyunlaştırılarak eğlenceli hale getirilmesi yaşanan olumsuz anıların tetiklenmesini de engeller. Oyun çocukların doğal dilidir. Çocuklar eğlenerek yavaş yavaş bedensel duyumsamalarının farkına vardırılmaya çalışılır. Çocuğun tekrar bedenini hissetmeye başlaması onda kontrol hissini tekrar uyandırır. Çocuk kendi kendini düzenleyebilir hale gelir; korkuyla âdeta kilitlenen enerjisinin dışarı vurumu oyun aracılığıyla yeniden sağlanmış olur”.